yeniden başlasak mı?

30 Aralık 2007 Pazar

29 Aralık 2007 Cumartesi

8 sayfa yazı... pek hoş. Çok işe yarar eminim!

Öfkem dinmişti... yine köpürmeye başladım gecenin şu saatinde.
Tellibağ'a rağmen, ayaktayım hala.
Saat 05:04... bu yazının da 1/8'i bitti...
Sınırlar var ya, her şeyde olduğu gibi.
Bunun da sınırı 8 sayfa.
Çift satır aralıklı, arial... vs. vs.

Oysa... o kadar vahim ki durum.
Dönüp işime baksam ya... daha 7 sayfa var... ama yok...
Ben başka bir şey yazmak istiyorum.

Yıl doksanların sonu, tam hatırlamıyorum şimdi.
Şu arşivime bir göz atsam günü gününe de söylemek mümkün, ama gerek yok o kadar ince ayara.
Haydi deyin ki 1999.
Helal'in tanımını yapmak için kullandığımız şey, anne sütü.
İşte o'nun çevresinde dönen dolaplar gecenin şu saatinde bahse konu.
Anne sütünün yerine; süslenip, püslenip, allanıp pullanıp... hatta kimi satılmış otoritelerce baş tacı edilen....
Reklamları yafta yafta, gazetelerin, dergilerin renkli sayfalarını süsleyen...
Marketlerde bulgurların, nohutların yanında satılan...
Anneye, "senin sütün yetmezse, bak bu var, hem de senin çocuğunu şöyle korur, böyle büyütür, şu kadar akıllı yapar, bu kadar değerli yapar" şeklinde; yaldızlı mı yaldızlı, ama bir o kadar boş laflarla reklam edilen, pazarlanan mamalar.

Neyse, mamalar ne hoş ya da boş şeylerdir... kime ne kadar gerekir... anne sütüne ne kadar benzer... hele hele onun yerine nasıl kullanılır... vs. söyleyecek çok laf var.
Sonraki bir gece yarısı onları da yazarım.
Şimdi ki bir anı yalnızca.

Evet efendim, yıl 1999.
Bu mamaların pazarlanması ile ilgili bir yasa hazırlanıyor.
Sağlık bakanlığı toplamış bir grup "bir bilen".... Hepsi hekim de değil, kimler yok ki içinde; beslenmeciler, hukukçular, medya mensupları, reklamcılar, tarım bakanlığından temsilciler ... bir sürü insan, daha unuttuklarım vardır içinde.
Herkes tek bir ruhla çalışıyor. Ruh; çocuklar için doğru bir şeyler yapma çabası.
Bir taslak hazırlanıyor...
Taslak elbette, üzerinde daha çok yazılıp çizilecek...
Sağlık Bakanlığının yetkilisi bir öngörü bekliyor her bir katılımcıdan; Sizce bu yasa ne zaman hayata geçer?
En uzun süreyi ben vermiştim... 2 yıl.
"Hımmmmm, ne kadar karamsarsınız b. hanım! " deyivermişti o yetkili, "en fazla 1 yıl sonra, halledeceğiz bu işi".
"Yanılmış olmayı o kadar isterim ki", demiştim.

Offfff, tanrım, yanılmış olmayı o kadar isterdim ki.
Deyin ki yıl 1999'du (belki daha da önce, ama daha yakın değil)...
Ve bu gün 2008'in arefesindeyiz.
Yasa yok!
Yasa bekliyor!
Reklamlara müdahale edilemiyor!
Mamalar raflarda!
Mamalar bebelerin biberonunda!
Anasının sütü memesinde kalan...
Anasının sütü yerine;
Mamayla beslenen bebekler daha çok hastalanır, biliyorum, dünya biliyor!
Mamayla beslenen bebekler anneye daha az bağlanır, biliyorum, dünya biliyor!
Mamayla beslenen bebekler daha kolay ölür, biliyorum, dünya biliyor!
Ve mamalar nohut gibi, pirinç gibi satılıyor, bayrak bayrak reklamlarla.

Ve... şimdi benden 8 sayfa yazı bekliyorlar.
Nasıl yapalım da anne sütüyle beslenen bebek sayısını artıralım diye.

Öfkeliyim... hem de ne öfke!

28 Aralık 2007 Cuma

Bu gün öfkeliyim kendime

Bu gün öfkeliyim. Öfkem kendime.
Kapıdan girerken özür diledim, evdeki vatandaştan.
Her zamanki gibi halının üzerinde yuvarlanarak karşıladı beni.
Ama özrün nedenini o da anlamış olmalı ki, alışık olduğum üzere ayaklarıma dolanmaktan vazgeçip, kaçtı gitti bir yerlere.

"senden özür diliyorum, bu gün seni üzebilirim, ama bu senin suçun değil, ben öfkeliyim" dedim ona.
Biliyorum, biraz abartmış durumdayım şu iletişim becerisi denen şeyi.
Ama iyidir böylesi, ötekisinden... hele bir de öfkeli isen... hele bir de öfken kendine ise.

Gereksiz zaman kaybı... işte şu, saniyenin önemli olduğu zamanlarda bir yarım günü puffffff ... harcayıvermek.
Bu, ben işte, sabahlamak pahasına... aklına geleni, sırf aklına geldi diye yapmaya kalkışmak.
Bu gece de, yarın gece de, hatta bir kaç gece daha... sabahı edeceğiz demek ki :(
Hatta belki yılbaşı gecesi.

Gereksiz anlayış... kim neyi hak etti diye düşünmeden, buyurun siz önden deyivermek.
Sonra kurum kurum, salına salına ve hatta yaylana yaylana lütfeden kendini bilmezler.
Üstelik tümü de kadın bunların.
Hani sırf kadın diye, ayrıcalık bekleyen tiplerden.
Offff tanrım...

Gereksiz, anlamsız, üstelik de hiç bir işe yaramayacak, başından sonunun belli olduğu cinsten bir beklenti...
Ama haksızlık da yapmamalı, bir zamanlar çok işe yaramıştı kendileri, ne işe yaradıklarını bilmeden :)
Yine de, yine de... öfkeliyim kendime...

Oysa bu güne ait güzel şeyler de vardı.
Yetmedi, bu gün için.
Yarın büyüklerle... sonraki gün küçüklerle.... dostlarla birlikte.
Eminim yeterler :)

Ya da yarını beklemeden bir şişe tellibağ... çözer herşeyi :)
Ah tanrım, biliyorum... bu da zaman kaybı yine...
Günün yarısı gitti, gece de gitmeye çoktan hevesli.
Ama gereksiz mi?
Asla.... aklımı dinlemiyorum :)
Bile bile... dinlemiyorum :)
Afferim bana.


Sahi... ben kime öfkeliydim?

24 Aralık 2007 Pazartesi

Çalışma kampı, pardon bayram :) bitti!

Bir heves, 4,5 gün... oooo bir uzun, bir uzun !
Nasıl da hem çalışılır, hem dinlenilir, hem eğlenilir, hem....
Vay be, bunca yaşa rağmen, ne büyük yanılgı yarabbim.

Yalnızca çalışılır kısmı bile tam olmadı.
Oysa tam bir çalışma kampıydı.
Yemek bile yapılmadı, buzdolabının kıyısında köşesinde kalıverenlerle karın doyuruldu, o kadar.
Yani çalışma kampı, karın tokluğuna... yerseniz!
Yedik :(

Çok da kötü değildi canım.
Şimdi işlerin yarıdan çoğunu yeni haftaya taşırken biraz pesimist bir ruh hali söz konusu hepsi bu.

Aaaa.. bu arada, tüm bu yazıya çiziye vesile olan fikre çentik olmak üzere de bir şeylere başlandı.
Sorumluluklarımız !

Ben şu andaki sorumluluklarımı da göz ardı etmeden keseyim bu yazıyı.
Sorumluluk çok, malum :)
Uygun zamanda - artık bu sayfanın bir ortağı daha var ya o bakımdan - devam ederiz efendim.

20 Aralık 2007 Perşembe

Yaladığım mürekkebin hakkı için (1)

Buyurun, bir de "bu şekil" yazayım istedi şu tatlı canım.
Elbette hayırlı bir şeylere vesile olsun diye...
Bu bayram gününün ilk saatlerinde aklıma düştüğüne göre... vardır bir hayrı, inanın bana :)

Peki şimdi, nedir "bu şekil"?
Efendim, "bu şekil", yaladığım mürekkebin hakkını vermek üzere yazılacak kelamlardan ibarettir.
Benim burada sizlerle paylaşacaklarım, genel olarak "kadınlar neyi iyi bilir" başlığının altında sıralanan bilgilerle, maharetlerle, tüyolarla, triklerle asla ve asla alakalı şeyler değiller.
Hani yemekler-içmekler, kesmekler-biçmekler, gezmekler-tozmaklar, erkekler-kadınlar, alışlar-verişler vs. vs. değiller.
Bunlar hakkında da az biraz bilgim vardır gerçi, ama eminim sizler benden daha bilgilisinizdir, daha deneyimlisinizdir...
Korkarım bu konularda büyük laflar ederim de kızdırırım siz.

Benim sizlerle burada paylaşmaya niyetlendiğim şeyler, kadın-erkek, işinin ehli her insanın, işi ile ilgili konular kapsamında, hepsi bu.
Mezun olduğum okullar, girdiğim sınavlar, yazdığım yazılar, kitaplar....
Adımın başına eklenen heceler vs. vs. hiç önemli değil.
Önemli olan hani "şunu siz de bilin, bi gün, bi yerde işinize yarar belki" babından, hayra niyet bir şey yapmaya çalışıyor oluşum.

Bilmem, aslımın çocuk oluşu, güveninize engel teşkil eder de, burun kıvırırsınız yazacaklarıma...
Bilmem, aslı çocuk olanın dedikleri daha değerlidir sizin için de, hiç olmazsa bir bilene daha sorup, dediklerimi kulağınıza küpe edersiniz.
Bilecek sizsiniz, ben bilmem.

Ve gelelim bu bab'da diyeceğim ilk şeye, vereceğim ilk bilgiye;
Biraz evvel, gezinirken - ki sanmayın keyfimden - rastladım bu bilgiye.
"Bu şekil" yazmayı da aklıma getiren bu oldu.
Bilgi doğrudur... bilinse iyidir, derdi olana derman olur...
Gençlerin ne de çok canını sıkar yüzlerindeki sivilceler.
Onlarla oynamak, sıkmak, patlatmak...
Ertesi gün suratının ne hale geleceğini düşünmeden taşlı tarla gibi davranmak...
Tam gence, "delikanlı"ya göre bişey elbette.
Eh biz de gençtik, gençleri de biliriz.

Her neyse... gençlerin cildindeki sivilcelere etkili bir tedavi yöntemi;
Bir antibiyotik tedavisi, 8 hafta, haftada 3 gün alıyorsunuz ilacı.
Araştırmışlar, % 90 iyileşme sağlamış :), ilk 4 haftada üstelik.
Eh pek fena bir başarı sayılmaz bu konuda.

Bu bilgiye güvenmek... hekiminize soracaksınız, elbette!
İlacın adı.... hekiminizden öğreneceksiniz, elbette!
Tedavide başka ek uygulamaları.... yapacaksınız, elbette!

Peki hekiminize ne diyeceksiniz de bilecek hekim benim neyi anlatmak istediğimi;
işte bu bilginin web adresi: http://www.medscape.com/viewarticle/566940_1

Eğer hekiminiz burun kıvırırsa buna, ya da zahmet edip bu makaleyi okumadan daha, ben daha iyi bilirim diyorsa...
Artık doğrusunu siz bilirsiniz.

Çok yaygın bir sorunda, üstelik de kafaya çok takılan bir yaşta...
Bir iki kişinin işine yarasa bu bilgi...
Buyurun işte hayır :)

18 Aralık 2007 Salı

Siz kimsiniz, telaşınız neye?

10 gün olmuş, hayret.
Ben burada yazmaya başlayalı, daha 10 gün olmuş.
Oysa epeydir yazıyor gibiyim.
İşten eve dönüş yolunda başlıyorum planlamaya... bu gün de şunları şunları yazayım diye.
Gerçi yoldaki hesap evde tutmuyor ama :), yine de beni en çok etkileyenleri...
ve elbette yazmak istediklerimi, yazıyorum buraya.

Ne işe yarıyor dersiniz bu yazdıklarım.
Okunuyor mu, okunmuyor mu bilmiyorum.
Bir kaç arkadaşıma ve kuzuma, canlarıma haber verdim gerçi...
hani hiç olmazsa siz okuyun da, iyiden suya yazılmış gibi olmasın yazdıklarım diye:)
Biraz önce baktım profilime... 90 olmuş, ben'i görüntüleyen !
.....ehueheuehuheheueuheu (bu kuzumun kahkaha efekti :).......
Haydi bunun 50'sini çıkın ( çünkü ben de arada -belki biraz sık- tıklıyorum kaç kişi görmüş şu yazdıklarımı diye)... geriye kalıyor 40...
Haydi 10'u, 15'i de bizimkiler :)
Eeeeee... peki diğer 25-30 tık kime/kimlere ait ki?
Yani, efendim... siz kimsiniz?

İnanın, ne benim kim olduğum, ne de sizin kim olduğunuz önemli değil.
Benim ne yazdığım değil, sizin bunlardan ne anladığınız...
ve ne anladı iseniz, onun da işinize ne kadar yaradığı önemli, sizin açınızdan.
Bence.

Peki benim açımdan?
Çok, çok kısa süredir yazıyorum gerçi...
Ama bir şeyi farkettim ki, çok net!
Artık daha dikkatli bakıyorum çevremde olanlara, daha duyarlıyım sanki olaylara.
Çünkü...
Hani boynumun borcu ya, size, neler oldu bitti, ben ne hissettim'i anlatmak,
( eheueheuheheuehe)
İşte bir şey kaçırmayım, aman! telaşı içindeyim, anlayacağınız!

Peki siz kimsiniz, sizin telaşınız neye?

"Hiiiiiiiiiiiiii... Yerim sizi !"

"Hiiiiiiiiiiiiii... Yerim sizi !"
Sizden 20 yaş küçük, hemcinsiniz bir personeliniz, size böyle söyledi mi hiç.
Bu gün biri söyledi bana.
Sonunda bu sözün patlayıverdiği konu;
Ne onun işine yarayacak bir şey hakkındaydı, ne de bir takdir sohbetiydi yaptığımız.
Bir şeyi neden yapmadığımı sormuştu da... O da öyle oluversin, demiştim yalnızca.
O kadar kontrolsüz, o kadar ağızdan kaçar gibi çıkmıştı ki...
Sonrasında ikimiz de gülümsedik birbirimize, ama onun yanakları da kızarmıştı bu arada.


İyi yönetici nasıl olunur?
Pek bilmem ben.
Dahası bildiğim, bu işin az biraz yetenek - vardır ya, karizma denen cinsten-, ama asıl öğrenilen bir şey olduğudur.
Ki benim aldığım eğitimde dirhem miktarınca şey öğretilmez bu konuda.
Gerçi, benimle aynı eğitimi alıp, şimdi çok büyük yerlerde, çok büyük başlar olmuş kişiler hiç de az değildir.
Ben onlardan değilim, bu çok açık da...
Peki, ben de bu lafı işitmeyi nasıl becerdim acaba?

Benden büyüklerden gördüğüm, ki onlar iyi birer yönetici miydi, tartışılır, ama benim gibi değillerdi, kesin!
Ya da sonradan karıştırdığım bir kaç kitabın, bir kaç notun söyledikleri, iyi yönetici olmak adına...
Onlar mı yanlış, ben mi yanlışım... bilmiyorum.
Bu kelimeleri duyduğumda... neler oluyor diye geçti önce aklımdan.
Yüzüne baktım kelam sahibinin... Gülümsedim...
Gülümsüyordu o da, ama yanakları kıpkırmızı :)
İzin istedi çıkmak için, başımla onayladım çıkışını.
Gülümsüyordum hala...

Ben böyleyim...

17 Aralık 2007 Pazartesi

Dostlara, arkadaşlara...

Dostlara...
Arkadaşlara...
Beni şımartanlara...

Bana verdiğiniz her şey için,
ama asıl sevginiz için...

SAĞOLUN, VAROLUN ÇOCUKLAR :)

16 Aralık 2007 Pazar

Doğum günü sahiplerine bir uyarı !

Önce bir kaç resim...
Epeydir canyoldaşı saydığım vatandaş...






Pek dibdibeyiz bir süredir.
Çalışırken hatta... evet, onunla çalışıyorum artık, kuyruğunun izin verdiği oranda elbette.



Klavyenin üzerine yattığı, kendine bir şeyler karaladığı, hatta çok kızarsa tuşları yerinden çıkarıp beni deli ettiği de vakidir.



Buyurun işte, bu yazıyı yazdığım sırada, bana destek pozisyonu :)
Her neyse, bu yazının ana fikri bu küçük hanımın meziyetleri değil.
Bir doğum günü kutlaması örneği :)

Evet, bu gün benim doğum günüm...
Bu güne kadar ki en hüzünlü doğum günüm... canım, kuzum, yavrum yok yanımda, uzakta epey, arada okyanuslar var :)
Ama... Şükür sağlıklı, mutlu,
Şükür büyüyor, gözü açılıyor, uyanıyor... sevmeyi öğreniyor...
Ve şükür doğum günümü hatırladı :) :) :)
Ötesini istemek şımarıklık olur, değil mi?

Bu gün benim doğum günüm ya, biraz şımarayım, kendimi şımartayım istedim...
Kendimi dünyadan soyutlayım, kapımı tüm pisliklere, kokuşmuşluklara, yalanlara, -mış gibilere, yanlışlara kapatayım, kendimle kalayım istedim.
Nicedir düzelteyim diye ortalığa çıkardığım fotoğraf albümleri vardı ve iki kocaman kutu da fotoğraf.
Bu yıl doğum günümü o fotograflarla...kendimle kutlayım istedim.
Hem kendimle olurum, şu yaşıma kadarki b. ile... hem de bir iş kalkar ortadan dedim.
İşim uzun, sabahtan başlayım istedim, döktüm kutuları salonun ortasına...
......

Yok, Sakın !
Sizi uyarıyorum, sakın böyle bir şeye girişmeyin, aman ha!
Doğum günlerinin çeşit çeşit.... çılgın, farklı, özel vs.. kutlanma şekilleri var, medyadan, arkadaşlarınızdan, oradan buradan duymuşsunuzdur.
Sizin kendi deneyimleriniz de vardır elbette.
Eğer bu benim yaptığımı denedi iseniz daha önce, zaten bir daha kalkışmazsınız da,
Ama denemedi iseniz... denemeyin ne olur.
Boşverin, o fotoğraflar bir süre daha dağınık kalsın.
Şimdi durduk yere, üstelik de doğum gününüzde, sizi karmakarışık yapacaklarına,
Beyninizdeki her bir anının ucunu birbirine bağlayıp halay çekmeye kalkışacaklarına,
En girilmez yerlere, kahkahalar atarak girecek, uyuyan canavarı uyandırmaya çalışacaklarına...
Onlar oldukları yerde, her ne haldelerse, o halde kalıversinler bir süre daha.
Siz de o güne kadar en iyi yaptığınız şey neyse onu alın elinize...
ha 15 aralık, ha 16, ha 17...
Daha yapacak çok iş, yazacak çok yazı var....
Oturun işinizin başına.

Ama, illaki kutlayacağım diyorsanız...
Bencilliğiniz uğruna reddettiğiniz, gönlü kırık davet sahiplerinden birini arayın :)
Ya da hala yeterince akıllanmamışsanız... yine de birbaşıma olayım diyorsanız...
Çıkın biraz dışarı... binin arabanıza, açın en sevdiğiniz radyo istasyonunu... sesi de sonuna kadar.
Üstelik bu sabah kar yağıyordu Ankara'ya....

Kim tutar sizi :)

15 Aralık 2007 Cumartesi

Korktum dün gece...


Sabah sabah, neydi beni dürtükleyip de ayağa kaldıran?
Ki hiç de bana yakışır bir şey değil bu durum... aksi olsa daha inandırıcı gelirdi kulağa :)

Her neyse (parantezler açarak konuşmak, yazmak hep keyifli gelmiştir bana, dilerim okuyana da öyle gelir- hay Allahım, her yerde parantez... tamamen sabahın işi bu, affola)... neydi diyeceğim......

Evet, dün gece bir korku yaşadım... aslında teorik bilgi dağarcığınızda bulunan, ama hani şu kanlı canlı, gerçek dünyada karşılaştığınızda hemen farketmediğiniz tipte bir korku.

Ben, teorik olarak; her şeyi ben bilirim diyen, düşüncesini, davranışını sorgulamayan hatta, benim yanlışım yoktur, tek doğru benim diyen insanlardan oldum olası korkmuşumdur.
Çoğu kez uzak durmaya çalıştı isem de bu insanlardan, pratikte dibdibe, üstelik mutlu mesut (!) yaşadığım da olmuştur gerçi. Yine de korkular içinde!

Elbette her insan yaptığını beğenir, düşücesinin eşsizliği, davranışlarının mükemmelliği ile gurur duyar bir miktar. Ama o miktar kişinin farkındalığı arttıkça azalır.
Peki, farkındalık ne ile artar...
Akıl elbette en başta, ayrıca bilgi, deneyim, gözlem, yaşanan acılar, kayıplar, karşılaşılan engeller, hatalar, yanlışlar, bunlardan alınan dersler.... siz de ekleyin buna birşeyler...
İnsanı erdemli yapmaya dair, benim unuttuklarımı, ekleyin siz de.
İşte sizin de eklediklerinizle birlikte, kişinin farkındalığı artar kendine dair. Öyle ben bilirim her şeyi, benim doğrumdur tek doğru demez. Nasıl karşısındakini sorguluyorsa, bir o kadar da kendini sorgular...
Hep bir yanlış yapma, eksik bırakma korkusu vardır içinde. Onu daha da, daha da büyüten de bu'dur aslında. Ve çabası yanlışsız, eksiksiz olmak değil, daha az yanlışlı, daha az eksikli olmaktır. Yoksa bilir ki, aksi söz konusu bile değildir.

Dün gece bir program izliyordum...
Hani artık, kim var ki bizi düz yola çıkaracak bu zamanda diye, elimizde kandil adam aradığımız bir devirdeyiz.
Evet, elimizde kandil, erdemli, akıllı, ne istediğini bilen, kendini ve yaptıklarını sorgulama yeteneği gelişmiş, insanlığına kattıkları, kaybettiklerinden fazla, akıl gözü ile gönül gözü aynı şeyleri gören, iyi insan arıyoruz nicedir.
Dün gece korktum... kandilin mumu sönüverdi...
Ben de kendimce erken bir saatte yattım :)
Bu sabah gevezeliğinin sebebi bu olsa gerek.
Hani korkunca insan, çenesi düşermiş, hatta şarkılar söylermiş ya... o biçim işte.

Yoksa hiç niyetim yoktu şu iki gün kötü'ye ait bir şey yazmaya.

14 Aralık 2007 Cuma

Sabırsız bir iyi :)

Vaktinden iki gün önce gelmiş, sabırsız bir iyi :)



İyiden öte güzel, sıcak... sımsıcak,
Arkadaş, dost...
İletişim şahinleri :)

İyi ki varsınız...
Hepinizi çok seviyorum.




Şu iki gün kötü bir şey yazmayım diyorum.
Malum :)

13 Aralık 2007 Perşembe

Ve kötü, o da bir kadın...

“İlk iyi” bir kadındı, bir anne...
Sütünü zavallı bir maymun yavrusuna da helal eden bir anne.

İlk kötü de bir kadın... iki çocuk doğurmuş bir kadın, ama anne değil!
Hatta...insan bile değil. Asla !


Bu gün bir kız çocuğu, "bana bunu yapmalarına nasıl izin verdim, ben kötüyüm demek ki" diye ağlıyor karşımda.
Nasıl pişman anasını çağırdığına...
Nasıl pişman anasıyla gittiğine...
Nasıl pişman...

Oysa, O çocuk daha,
Anasını özler elbette...
Anasına sarılmak ister... koklamak, koklanmak...,
Sıcacık nefesini anasının, yanağında duymak ister.
Belki girip koynunda, sıcağında uyumak ister.
Hele uzaktaysa anası, hele anasını görmek yasaksa bi de.
Anasına kızamıyor bile,
Nasıl, nasıl yaptın bana bunu, nasıl izin verdin o adama.... diyemiyor.

Şimdi hekimler iki çeşit antidepresan yazmışlar reçetesine, vermişler eline.
Ah çocuk...
Sen çocuksun daha,
Kötü, sen değilsin çocuk.
Eksik, hasta, sakat... sen değilsin.
Pislik sende değil. Asla !

Yazıklar olsun bize.
O çocuk ağlıyor... ben ağlıyorum.

12 Aralık 2007 Çarşamba

İlk iyi




Fotoğraf kalitesi kötü.
Sahibi kim, belli değil. Birileri sahiplenmiş görünüyor sadece.
Bu gün mail kutumdaydı.
Ne güzel bir "ilk iyi" oldu.

Bu fotoğrafı görüp de göğüsleri sızlamayan anne var mıdır, dersiniz?
Bu kadın... Anne!



"İlk iyi"...
Bu günün ve bu blog'un ilk iyisi... Anne!

Benim hala umudum var.
O, küçük, cılız maymunun süt kardeşi çocuk var ya,
O, yaşamayı, ayakta kalmayı başarırsa eğer...
Benim hala umudum var bu dünyadan.

b.

Nedir plan, program?

Plan, program değişti ya hani...
Günü yazacağım artık, her günü;
Günün en iyilerini - zar zor rastlanan, ardından şükredilen iyiler-...
Ve kötülerini... yazacağım.

En kötüler... onları yazmayacağım.
Her gün, her gün... aynı adamlar, aynı laflar, aynı yalanlar, yanlışlar, aynı pislik, aynı kokuşmuşluk... yazmayacağım.
Kimler, neler.... zaten malumumuz.

Bir de, buraya yazmayacağım kadar özel...
ve yazsam da inandıramayacağım kadar güzel şeyler olacak elbette hayatımda.
İşte onları da yazmayacağım.

Plan, program... Hepsi bu işte.

11 Aralık 2007 Salı

Plan program değişti !

Hımmm...
Ne olacak bu milletin hali hayıflanmaları...
Öyle keskin, sivri dilli söylemler... uyuyanın uykusunu kaçıracak gürültü sesler...
Ne duruyorsun, hadi kalk artık diye dürtüklemeler...
vs. vs....
Hiç bunlara bulaşmak değildi niyetim/iz.

Şurada, içimdeki çocuk ve b. biraz keyf yapalım, şımaralım... anlatıp bizi bize, aferim, ne de iyi yapmışız diyelim...
Bir gün bir yolculuğumuzu denizler ötesine, öteki gün nasıl toza toprağa bulandığımızı anlatalım,
Düştük..., ama sonra nasıl da kalkıp yürüdük diye sırtımızı sıvazlayalım....
Velhasılı kelam, bir nevii sanal grup terapisi içinde beslenelim idi niyetim/iz.

Ama, ne mümkün.
b. den önce Çocuk isyan etti.
Savunması da pek fiyakalıydı ama :)
Beni, sen bilsen, tanısan, onaylasan... sen sevsen yeter... burada reklam etmeye gerek yok, dedi.
Onca şey olup biterken gözlerinin önünde...
Onca hayat kayıp giderken avuçlarından...
Bu dünya her gün biraz daha, biraz daha burkuyorsa yüreğinin ucunu...
Hele, hele şimdi şu yazıyı yazarken bile ağlıyorsan...
Gel, beni de ortak et derdine, dedi.
Ama beni sevmeyi ihmal etme yine de,
Unutma sakın içinde BEN varım hala....
Hiç büyümeye niyeti olmayan, o deli çocuk... hep çocuk ... hep çocuk olacak.

Ve efendim... plan program değişti, rüzgar başka esecek artık bu mecrada.
Yazılanın satırı okunur, okunmaz... kime dert ki.
b. ve çocuk yazacak... yetmez mi :)

Seni seviyorum Çocuk.

b.

9 Aralık 2007 Pazar

Çocuk'tan

BEN de bir şeyler yazmak istiyorum artık,
b. den sıra gelirse eğer.

Çocuk'u neden kimsenin görmediğine, sevmediğine, kabul etmediğine dair bir şeyler.
b. mi?... O da o kadar yeni farketti ki BEN'i.
Belki de korkuyor insanlar...
Hani büyümek en önemli hedefiniz ya,
Hani küçük olmak, çocuk olmak acınası, aşağılanası bir şey ya,
Hani güç her şey ya,
Ve büyümek güçlenmek demek ya.

Ve.... güç!
İster kaba kuvvet de... de ki kaslarının beynine hakimiyetini göstersin,
İster para de... de ki ruhunu nasıl da bir kaç kağıt parçasına sattığını söylesin,
İster seks de... de ki beynine hakim olan şeyin, ruhunda en küçük bir iz bile bırakmayacak kadar zavallı bir kaç derin nefesten ibaret olduğunu anlatsın...
Güç işte... büyümeyi yüceltip, Çocuk'u yok eden bu.

Yazık !
Güç... ancak suya yazılan yazı kadar kalıcı aslında, değil mi?
(onay beklentim, yalnızca Çocuklardan !)

Sağ ol b.

Not: şimdi boyumdan büyük laflar ettim diye, az biraz kızar ya bana.
neyse artık... alışsın canım o da.

BEN, Çocuk.

8 Aralık 2007 Cumartesi

Nasıl başladık?

Dün gece dayanamadım artık.
Tanrım, O nasıl da kıskanç, kaprisli...
Dediğim dedik... şımarık vesselam.
BEN de istiyorum diyor.
"Bak! Ben beceremem... vaktim maktim yok üstelik.
Hani yazmaksa eğer, sırada bekleyen onca yazı... gerçi bunlar seni ilgilendirmiyor ama... hatta çok da şikayetçisin onlardan, biliyorum...
Sırf senin gönlün olsun diye... "
Hayır dinlemedi bile beni.

Ben de daha fazla direnmedim işin aslı.
Zaten, daha kaç gün olmuştu ki onun varlığını kabullenişim...
Ona "seni seviyorum" deyişim...
Sen ne yaparsan yap, kabulümsün... sen olmazsan ben olmam deyişim.
Bu şımarıklığına da "hadi bari..." dedim gitti işte.

Çünkü O'nu mutlu etmem gerekiyor önce...
Yoksa...ben mutlu olamıyorum sonra.

Ne kadar becerebiliriz, ne kadar sürdürebiliriz bilmiyorum...
Ama seninleyim Çocuk...
Artık biz de buradayız; b. ve çocuk :)

BEN, b.

Ben de b.
Çocuk'un içinde yaşadığı biri.
Herkes kadar insan biri. Biraz sıradan hatta.

Evet, herkes kadar insan...
Eksikleriyle, hatalarıyla, yanlışlarıyla, pişmanlıklarıyla...
Vazgeçmişlikleriyle, vazgeçilmişlikleriyle...
Acılarıyla, hüzünleriyle, öfkeleriyle...
Ve, içindeki Çocukla... herkes kadar insan.

Umut da var elbette,
Umut, çocuğa ait aslında, b. biraz yorgun çünkü, biraz bezgin.
Üstelik kalan umudunun ucuna kalbini iliştirip çoktan yolculamış b.
Nereye gittiğini bilmiyor bile.

Neyse ki... Çocuk var :)
Şımarık, ama çocuk...
Yaramaz, ama temiz...
Ürkek, ama cesur...
Umudu, dünyayı yerinden oynatmaya yetecek denli büyük.

b. müşvik, şefkatli, fedakar... anne.
Çocuk... çocuk işte, okadar!

iyi ki varsın Çocuk.

b.

İçimdeki Çocuk... BEN

BEN'i takdimimdir;

BEN... insan!
BEN... kadın!
BEN... Çocuk!

BEN... içimde... derinde... ama özgür !
BEN... neşeli, sevgi dolu, hatta komik biraz!


BEN... ürkek... kaygılı
ama cesur.
çünkü BEN; Çocuk.